2016/03/07

Hişt Hişt!

İnsanın aklını oynatması işten bile değildi.
''Hişt Hişt!'' diyordu durmadan. Bazen yalnızca birkaç kez, bazen yarım saat boyunca, aralıksız...
Kimi zaman insan sesine benzeyen, kimi zamansa bilim kurgu filmlerinden fırlamış mekanik bir tonla sesleniyordu:
''Hişt Hişt! Hişt Hişt!''

İyiden iyiye önemsemeye başlamıştım onu. Günlerce ya da haftalarca görünmediği oluyor, ancak eninde sonunda yine çıkıp geliyordu. Hayatımın bir parçası haline girmişti.
Dahası; sesinde biraz keder varsa, hüzünlü bir hece haline girmişse ''Hişt!'' o gün üzücü şeyler yaşanıyor, peş peşe ve melodik biçimde şakıdığı ''Hişt''ler ise sevinçli haberler getiriyordu.
Nereye gitsem o yöne geldiği zamanlar oldu. Sanki beni takip ediyordu. Evin hangi odasında, hangi köşesindeysem oraya en yakın noktayı mekan tuttu;
''Hişt Hişt! Hişt Hişt! Hişt Hişt!''

Yalnızca ben mi duyuyordum bu sesi yoksa? Bilincim akışı değiştirme çabasında mıydı? Farkındalık ya da yanılsama, adı her ne ise labirentlerde kayboluyor gibiydim. Beynim normal ve klasik işleyişini bir yana bırakıp ötelere götürüyordu beni. Başka boyutlarda gezindiren hoş ama bir o kadar da ürpertici bir duyguydu kesinlikle...
Onu epey bir süre aradım. Günlerce... Yalnızca bir kez görebildim. Bir daha asla!
Bir kuş türü bu. Hayatımda daha önce hiç görmediğim cinsten. O kadar küçük ki. Bir serçenin yarısı kadar.

Görseldeki çam ağacının içindeydi o an. Ancak, görüntüsünü alabilmek mümkün değil...
İki gün önce ancak bu kareyi çekebildim. Varlığı orada biliyorum. Ben onu görüyorum...
Peki ya sesi?
O da aşağıda, Sait Faik Abasıyanık'ın ''Hişt Hişt!'' adlı öyküsünden alıntı satırların tam ortasında...
Aynı günün akşam saatleriyle gelen yağmurla birlikte ''Hişt Hişt!!'' diye sesleniyor yine...
Bir şeyler anlatıyor adeta, bir şeyler haber veriyor.
Hüzün mü var bu kez yoksa sevinç mi?
Neyi haber veriyor? Ah bir bilebilsem....

Hist Hist!