''Akdeniz’in giriş kapısı'' diye bilinen Hatay, anayolların kavşak noktası olması nedeniyle tarih boyunca kıtalar arası ticarette önemli rol oynamış, stratejik önemde bir coğrafyada bulunuyor.
İşte biz de yüzyıllardır yolcu ve hac kervanları için bir konaklama yeri niteliği taşıyan, değişik bölgelerden gelen insanlara açık bir kültür alışverişi noktası olmuş Hatay'da, tam da bu nedenlerle buradayız. Güneydoğu Anadolu Bölgesine geçmeden önce tarih boyunca sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan, inanç ve kültürlerin kardeşlik duygularıyla buluştuğu Akdeniz Bölgesi'nde, Medeniyetler Şehri Hatay'dayız.
Zengin bir kültür birikimi barındıran Hatay'ın bu birikimini görmek amacıyla ''Dünyanın En Büyük Mozaik Müzesi'' unvanını taşıyan Hatay Arkeoloji Müzesi'ni görmeye geldik. Daha sonra da ''Dünyanın İlk Kilisesi'' olma özelliği taşıyan Saint Pierre Kilisesi'ni ziyaret edeceğiz.
Tarihi boyunca pek çok din ve inancın birlikte yaşadığı Hatay günümüzde de aynı özellikleri taşıyor. İslâm, Hıristiyan ve Musevi inançların iç içe yaşadığı, cami, kilise ve havraların yan yana işlevlerini sürdürdüğü, inanç farklılıklarının hiçbir dönem sorun olmadığı, tam tersine kültürel bir zenginlik olarak kabul edildiği bir kent.
''Doğunun Kraliçesi'' diye de biliniyor Antakya. Ayrıca; 1939'da anavatana katıldığını göremese de, Hatay'ın Atamızın milletine son armağanı olduğunu unutmak mümkün mü?
Hatay Şehir Merkezi
Hatay'ın içinden geçen ve Orontes olarak da adlandırılan Asi Nehri
Lübnan'dan doğup Suriye'ye giren ve Suriye-Türkiye sınırında akan nehir, Hatay ilinden Akdeniz'e dökülüyor.
Hatay Arkeoloji Müzesi
(Daha çok ''Antakya Arkeoloji Müzesi'' olarak kullanılıyor)
Hatay, dinlerin ve medeniyetlerin binyıllardır beraber yaşadığı, oldukça zengin bir tarih ve kültürel dokuya sahip şehirlerden biri. Bu tarihi atmosferi şehirde hâlâ duyumsamak mümkün. Hatay Arkeoloji Müzesi, şehrin çok çok eski dönemlerini, paha biçilemez değerdeki mozaiklerini ve tarihi eserleri görmek için eşi bulunmaz bir fırsat...
Müzede 8 sergi salonunun yanı sıra, bahçesinde de eserler yer alıyor. 1.140 metrekarelik bir kaplama alanına sahip müzenin 5 adet deposu var. Eserler 984 metrekarelik bir alanda sergilenmekte olup
2011 yılından beri mevcut eser sayısı 35.433.
Müzedeki mozaiklerin en bilineni; sekizgen formda yapılmış Soteria (Kurtuluş) Mozaiği - M.S. V.Yüzyıl
Antakya Narlıca köyü yakınlarında bir banyonun döşemesi olarak bulunan mozaikteki saçları omuzlarına dökülen, başında altın bir taç ve boynunda Bizans tarzı bir kolyesi olan dolgun vücutlu kadının, görüntüsü itibariyle hamam sayesinde kazanılan sağlığı tasvir ettiği düşünülüyor.
Müzenin en sevimli ve de şaşkın bakışlı parçası: Kral I. Şuppiluliuma
Antakya-Aleppo yolunda sürdürülen Tell Tayinat 2012 kazılarında çıkarılan 3 bin yıllık bu devasa insan figürü, adı Hititçede ''saf kaynak'' anlamı taşıyan ilk Hitit kralına ait. Kendisi 35 yıl boyunca Yakın Doğu tarihine damgasını vurmuş, ''Hitit Krallığı'nı imparatorluğa dönüştüren'' bir hükümdar. Onun döneminde Büyük Hitit İmparatorluğu en parlak zamanını yaşamış, eski başkent Hattuşaş'ın savunması güçlendirilmiş. Sürekli saldırıya uğraması nedeniyle küçülse de toparladığı ülkesini Yakın Doğu'nun en büyük ülkesi yapmış.
Yaklaşık 1,5 metre yüksekliğindeki figürün başı ve gövdesi (belinden yukarısı) hiç bozulmadan korunmuş. Toplamda 3,5 – 4 metre uzunluğunda olduğu tahmin ediliyor. Sakalları olan figür bazalt taşından yapılsa da beyaz ve siyah taşlardan yapılmış ve oldukça iyi korunmuş kakma gözlere sahip. Saçları linear şekilde sıralı kıvrımlarla takke izlenimi veren figürün her iki kolu dirseklerden öne doğru bükülü ve ikisinde de aslan başı ile süslü iki bileklik var. Savaşmanın ve üretmenin simgesi olarak sağ elinde bir mızrak, sol elinde buğday demeti tutuyor. Göğsünde ise yarım ay biçimindeki bir takı var. Heykelin sırt kısmında yüksek kabartma olarak işlenmiş, Suppiluliuma’ya ait sefer ve başarıların kaydedildiği uzun hiyeroglif Luvice bir yazıt mevcut. Başka bir deyişle; Şuppiluliuma'nın künyesi sırtında kayıtlı...
Bazalt taş üzerine kabartma tekniğiyle yapılmış heykeller
Soldan sağa; Fırtına Tanrısı Zeus (Erken Roma Dönemi), Fırtına Tanrıçası Hera (Erken Roma Dönemi),
Fırtına Tanrısı Zeus (Geç Helenistik Dönem)
Bakmaya doyamayıp başından ayrılamadığım Antakya Lahdi. 1993'teki bir temel kazısında tesadüfen bulunan 10 tonluk lahit, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen İskender Lahdi’nden sonra en önemli lahit olarak gösteriliyor.
1. geniş yüz: Bir aslan avı sahnesi mevcut. Burada, yapıların nişlerinin içinde ve aralarda beş genç avcı görülüyor. Ortadaki nişin içindeki avcı bir at üzerinde. Uzun mızrağını aslanın başına saplamış. Atın altında avcının köpeği aslana doğru hamle yapmış. Sahnenin iki yanında avcının arkadaşları/yardımcıları sakin bir şekilde olayı izlerken atın önünde olanın sağ eli atın yularını tutmakta, sol elinde de kamçı (lagobolon) taşımaktadır. Her iki köşede atlarını zaptetmeye çalışan, aynı zamanda ortadaki olayı izleyen (Tanrı Zeus’un askerleri olarak bilinen) Dioskorlar var. Kısa tunikler avlanma esnasında kendilerine daha rahat hareket olanağı sağlamakta.
Arka dar yüz: Ayakta duran bir genç kadın ile iki yanında duran iki genç erkek. Kadın ile sağdaki genç birbirine bakarken, omuzu açık elbiseli diğer üçüncü genç sahnedeki diğer figürlere dönmüş. Durgun ve sakin ifadeli bu gençler belki de aile bireyleri. Kadın olan yas nedeniyle başını şalla örtmüş. Ailenin bilge ve aristokrat olduklarını işaret ediyorlar. İki parmakla yaptıkları işaret bunu belirtiyor. Fakat lahitteki bu figürlerin parmaklarında kırılmalar olmuş.
2. geniş yüz:Bir veda tasviri var. Köşelerde taburelerde oturan yaşlı bir adam ve kadın. Ortada ayakta bekleyen ve ortadaki oldukça genç olan üç figür. Figürler, gençliği, olgunluğu ve yaşlılığı temsil ediyor. Lahtin kline şeklindeki kapağında, karı kocayı temsil eden iki figür ve çiftin huzurlu bir evlilik yaşamış olduklarının işareti Eroslar bulunuyor.
Ön dar yüz: Bu cephede ayrıca bir kapı bulunmakta. Burası mezarın kapısını temsil ediyor. Kapının önüne aslan bacağı şeklinde bir sehpa, üzerinde üst kısmında dumanların yükseldiği bir tütsü vazosu yer alıyor. Kapının bir tarafında başı örtülü ve elinde bir koku kabı tutan bir kadın, diğer tarafında yine ayakta olan ve sağ elinde bir sunu kasesi, sol elinde kitap rulosu tutan sakallı bir erkek var. Kadın ile kapı arasında ileri doğru uzanmış, kurbanlık bir boğa yer almış.
Çelenkli/Girlandlı Lahid (Mermer- Roma Dönemi (M.S. 2. Yüzyıl)
Antakya dışından gelen bu lahdin üzerindeki kabartma üslubu, mermerden çelenkli lahit yapılan bir atölyede
(büyük bir ihtimalle Atina'da) yapıldığına işaret etmektedir.
Nisan 2018'de teşhiri tamamlanarak ziyarete açılan "Lahitler Salonu"'nda antik çağda ölü gömme gelenekleri ve kültleri ile ilgili lahitler, urneler, ostotekler ve mezar stelleri yer alıyor. Salon, oldukça ünlü "Antakya Lahdi" ile sonlanıyor.
Aphrodite, Princeton Üniversitesi Antakya kazısı, Garnizon evinde bulunmuş. Yunanlıların Aphrodite, Romalıların Venüs dedikleri, ölümsüzlerin en güzeli ''Aşk ve Güzellik Tanrıçası Aphrodite''...❤❤
Başı ve kolları olmayan, çömelmiş vaziyetteki Venüs, sol tarafa hafifçe dönük ve yan kısmında yunus balığı bulunuyor.
Müzeden sonra Hıristiyanlığın ilk kilisesini görmek üzere geldiğimiz Antakya- Reyhanlı yolu civarı...
Bu kısım, kentin iki kilometre kuzeydoğusundaki Habib-i Neccar Dağı'nın uzantısı olan Hac Dağı etekleri...
Saint Pierre Kilisesi
Doğal bir mağara olup ufak eklemelerle gotik tarzda bir kiliseye dönüştürülmüş. Kesin inşa tarihi bilinmiyor, ancak İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve mağarada cemaatin ilk kez ''Hıristiyan'' adını aldığına ve de bu yüzden Hıristiyanlığın ilk kilisesi olduğuna inanılıyor.
Mağara, Hıristiyanlığın Roma Devleti tarafından resmi din, Aziz Petrus'un ilk papa olarak kabul edilmesinden sonra Katolik inancının dünyaya yayılmasında bir merkez konumu almış.
Mağaranın tabanında M.S. 4 ve 5. yüzyıllara ait tahrip olmuş biçimde mozaik kalıntısı var. Ayrıca bir altar, niş içinde St. Pierre’nin mermerden bir heykeli, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel ile kutsal sayılan su bulunmakta. 1983 yılında Papa VI.Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri ilan edilen kilisede her yılın 29 Haziran’ında Katolik Kilisesi tarafından bir ayin düzenleniyormuş.
Kalın sağlıkla...
İşte biz de yüzyıllardır yolcu ve hac kervanları için bir konaklama yeri niteliği taşıyan, değişik bölgelerden gelen insanlara açık bir kültür alışverişi noktası olmuş Hatay'da, tam da bu nedenlerle buradayız. Güneydoğu Anadolu Bölgesine geçmeden önce tarih boyunca sayısız uygarlığa ev sahipliği yapan, inanç ve kültürlerin kardeşlik duygularıyla buluştuğu Akdeniz Bölgesi'nde, Medeniyetler Şehri Hatay'dayız.
Zengin bir kültür birikimi barındıran Hatay'ın bu birikimini görmek amacıyla ''Dünyanın En Büyük Mozaik Müzesi'' unvanını taşıyan Hatay Arkeoloji Müzesi'ni görmeye geldik. Daha sonra da ''Dünyanın İlk Kilisesi'' olma özelliği taşıyan Saint Pierre Kilisesi'ni ziyaret edeceğiz.
''Doğunun Kraliçesi'' diye de biliniyor Antakya. Ayrıca; 1939'da anavatana katıldığını göremese de, Hatay'ın Atamızın milletine son armağanı olduğunu unutmak mümkün mü?
Lübnan'dan doğup Suriye'ye giren ve Suriye-Türkiye sınırında akan nehir, Hatay ilinden Akdeniz'e dökülüyor.
(Daha çok ''Antakya Arkeoloji Müzesi'' olarak kullanılıyor)
2011 yılından beri mevcut eser sayısı 35.433.
Antakya Narlıca köyü yakınlarında bir banyonun döşemesi olarak bulunan mozaikteki saçları omuzlarına dökülen, başında altın bir taç ve boynunda Bizans tarzı bir kolyesi olan dolgun vücutlu kadının, görüntüsü itibariyle hamam sayesinde kazanılan sağlığı tasvir ettiği düşünülüyor.
Antakya-Aleppo yolunda sürdürülen Tell Tayinat 2012 kazılarında çıkarılan 3 bin yıllık bu devasa insan figürü, adı Hititçede ''saf kaynak'' anlamı taşıyan ilk Hitit kralına ait. Kendisi 35 yıl boyunca Yakın Doğu tarihine damgasını vurmuş, ''Hitit Krallığı'nı imparatorluğa dönüştüren'' bir hükümdar. Onun döneminde Büyük Hitit İmparatorluğu en parlak zamanını yaşamış, eski başkent Hattuşaş'ın savunması güçlendirilmiş. Sürekli saldırıya uğraması nedeniyle küçülse de toparladığı ülkesini Yakın Doğu'nun en büyük ülkesi yapmış.
Yaklaşık 1,5 metre yüksekliğindeki figürün başı ve gövdesi (belinden yukarısı) hiç bozulmadan korunmuş. Toplamda 3,5 – 4 metre uzunluğunda olduğu tahmin ediliyor. Sakalları olan figür bazalt taşından yapılsa da beyaz ve siyah taşlardan yapılmış ve oldukça iyi korunmuş kakma gözlere sahip. Saçları linear şekilde sıralı kıvrımlarla takke izlenimi veren figürün her iki kolu dirseklerden öne doğru bükülü ve ikisinde de aslan başı ile süslü iki bileklik var. Savaşmanın ve üretmenin simgesi olarak sağ elinde bir mızrak, sol elinde buğday demeti tutuyor. Göğsünde ise yarım ay biçimindeki bir takı var. Heykelin sırt kısmında yüksek kabartma olarak işlenmiş, Suppiluliuma’ya ait sefer ve başarıların kaydedildiği uzun hiyeroglif Luvice bir yazıt mevcut. Başka bir deyişle; Şuppiluliuma'nın künyesi sırtında kayıtlı...
Soldan sağa; Fırtına Tanrısı Zeus (Erken Roma Dönemi), Fırtına Tanrıçası Hera (Erken Roma Dönemi),
Fırtına Tanrısı Zeus (Geç Helenistik Dönem)
1. geniş yüz: Bir aslan avı sahnesi mevcut. Burada, yapıların nişlerinin içinde ve aralarda beş genç avcı görülüyor. Ortadaki nişin içindeki avcı bir at üzerinde. Uzun mızrağını aslanın başına saplamış. Atın altında avcının köpeği aslana doğru hamle yapmış. Sahnenin iki yanında avcının arkadaşları/yardımcıları sakin bir şekilde olayı izlerken atın önünde olanın sağ eli atın yularını tutmakta, sol elinde de kamçı (lagobolon) taşımaktadır. Her iki köşede atlarını zaptetmeye çalışan, aynı zamanda ortadaki olayı izleyen (Tanrı Zeus’un askerleri olarak bilinen) Dioskorlar var. Kısa tunikler avlanma esnasında kendilerine daha rahat hareket olanağı sağlamakta.
Antakya dışından gelen bu lahdin üzerindeki kabartma üslubu, mermerden çelenkli lahit yapılan bir atölyede
(büyük bir ihtimalle Atina'da) yapıldığına işaret etmektedir.
Nisan 2018'de teşhiri tamamlanarak ziyarete açılan "Lahitler Salonu"'nda antik çağda ölü gömme gelenekleri ve kültleri ile ilgili lahitler, urneler, ostotekler ve mezar stelleri yer alıyor. Salon, oldukça ünlü "Antakya Lahdi" ile sonlanıyor.
Doğal bir mağara olup ufak eklemelerle gotik tarzda bir kiliseye dönüştürülmüş. Kesin inşa tarihi bilinmiyor, ancak İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Petrus’un ilk vaaz verdiği yer olduğuna ve mağarada cemaatin ilk kez ''Hıristiyan'' adını aldığına ve de bu yüzden Hıristiyanlığın ilk kilisesi olduğuna inanılıyor.
Mağaranın tabanında M.S. 4 ve 5. yüzyıllara ait tahrip olmuş biçimde mozaik kalıntısı var. Ayrıca bir altar, niş içinde St. Pierre’nin mermerden bir heykeli, saldırı esnasında cemaatin gizlice kaçmasına yarayan tünel ile kutsal sayılan su bulunmakta. 1983 yılında Papa VI.Paul tarafından Hıristiyanlar için Hac yeri ilan edilen kilisede her yılın 29 Haziran’ında Katolik Kilisesi tarafından bir ayin düzenleniyormuş.
Kalın sağlıkla...