04/07/2008

Frau Horn ve Türkçe Öğrenmek

Havalar epey sıcak. Evin içi ne kadar serin olsa da dışarı sıcak yüzünden çıkamıyor olmak insanı sıkıntıya sokuyor. Zaten serin olsa da dışarıya çıkma niyetim yok; ama sıcak yüzünden böyle bir özgürlüğün kısıtlanıyor olması beni rahatsız ediyor...

Özellikle Türkçe ve Edebiyat aşığı genç blogcu KARAZADE'nin ilgisini çekebileceğine inandığım yaşanmış ilginç bir şeyler var. Bugün o konuyu anlatmak istedim...

* * *

Bulunduğum şehirde ve oturduğum semtte herkes birbirini tanıyor sayılır.
Bir de Alman karı koca var ki çok sevdiler burayı. Saskia Horn ve eşi. Her ikisi de 60'lı yaşlarda kendi hallerinde tipik birer Alman. Burada yaşıyorlar. Birkaç kez çarşıda pazarda görüp dikkatimi çekmişlerdi; ama öğrenciliğimde yaptığım gibi durduk yerde yanlarına gidip muhabbet etmeye çekinmiştim.

Her neyse... Belediye Başkanımız aynı zamanda komşumuz ve evi bize 5o metre mesafede var yok.
Bir akşamüstü yürüyüşten dönerken villasının bahçesinden bize seslendi. Çağırıp konuyu açtı. Meğerse bu Almanlar şehri çok sevmişler. Başkana gidip artık hep burada yaşayacaklarını ve Türkçe öğrenmek istediklerini söylemişler. Başkanımızın aklına da ben gelmişim. ''Almanca bilen bir kişi bu işi iyi yapar,'' diye düşünmüş.

Eee, şimdi Başkan rica etti, kabul etmemek olmaz. Bir taraftan da kara kara düşünüyorum.
Daha önceden Türk insanlarına Almanca dersi verdim (Yanlış anlaşılmasın, parayla değil. Bu olaydaki gibi hatır için). Ama tam tersi bir şey nasıl olacak acaba?
Üstelik de öğrencim 60 yaşından büyük...

Ben bunları düşünürken Başkan özel ders günü için ilk tarihi ve saati ayarladı bile ve anlaşmayı tamamladı..
Vee özel ders günü geldi çattı. Frau Horn elinde defteri, silgisi ve kalemiyle evime teşrif etti. Önce o öğrenecek, gidip akşama kocasına öğretecek. Karar böyle :)
Ha, bu arada kadın çok az İngilizce de biliyor.

Kısa bir tanışma, muhabbet ve kahve faslından sonra sıra geldi Türkçe öğrenmeye...
Ders başladı. Türkçe bir cümledeki ögelerin dizelenme şekillerini oldukça basit örneklerle anlatmaya başladım ki kadın renkten renge girmeye, ''Sehr schwer,sehr schwer!'' diye panik yapmaya başladı. ''Çok zor!''diyor, başka bir şey demiyordu...

Almanca ve İngilizcede olduğu gibi her cümlede özneye gerek duyulmayışı, cümledeki öznenin, yardımcı fiilin, olumsuzluğun ve hangi zamana ait olduğunun fiilin içinde saklı oluşu, ögelerin normal bir cümle içindeki yerleri daha en başında onu şoka sokmuştu.

Frau Horn'la üç beş ders zor yapabildik. Ödev de veriyordum; ama öyle komik cümleler yazıp getiriyordu ki gülmekten kendimi alamıyordum. Üstelik benimle birlikte o da gülüyordu..

Sonunda benimle pratik yaparak, daha doğrusu hangi durumda nasıl cümleler gerekiyorsa, sadece cümle ezberleme suretiyle öğrenmeye çalışacağını, bu şekilde asla başaramayacağını söyledi.
Şöyle bir düşününce hak vermemek elde değildi. Örneğin ''Gitmeyebilirim,'' demesi için Almanca ya da İngilizcede başta özne en az beş kelime kullanması gerekirken, Türkçede neden tek kelimede hepsi saklıydı? Fiili nereden kesecekti? Kaynaştırma harfleri vardı.
O yaşta onun yerine koydum kendimi ve hak verdim doğrusu.
Türkçe oldukça zordu vesselam...

Frau Horn ile dostluğumuz hala devam ediyor. Ara sıra ziyaretime geliyor. Çarşıda pazarda birkaç kez rastlayıp yanına gittim. Esnafla yapmış olduğu konuşmalar çok bozuk, yani halen Tarzanca...
Ve ne hikmetse beni görünce altın bulmuş gibi sevinip sadece Almanca konuşuyor :)