2015/11/30

Nâzım Hikmet ve Rabia Hatun

Bursa’da cezaevinde / Kapatmışlar bir devi / Ellerini ısıtsın yüreğimin alevi…
Nâzım Hikmet Bursa Hapishanesi'nde yatarken Piraye'ye yazdığı mektuplardan birinde 13. yüzyılda yaşamış bir kadın şairden bahseder. ''Sana karşı duyduğum aşkın çeşidini bundan yedi yüz yıl önce yaşamış bir kadın yazmış. O kadını hem kıskandım hem de hayran oldum. Bak sana yazayım,'' der:

Olsamdı ben sema, olsandı sen hava
Alsamdı ben seni dem dem, nefes nefes.
Olsamdı ben mekan, olsandı sen zaman
Eflaki dolduran bir aşk olurdu bes
Bir kasedir alev dolu, gönlüm yana yana,
Men ta senin yanında dahi hasretim sana
Yaşlar dökende söndüremez ateşimi su,
Sunsan elinle kanımı, içsem kana kana...

Ve Nâzım bu şiiri Piraye'ye olan aşkına ithaf eder...

Geçenlerde bu dizelerin ''Rabia Hatun'' tarafından yazıldığını öğrendim. Peşi sıra şiirin Ş. Ayhan Özışık tarafından buselik makamında bir şarkı yapıldığını da öğrenince bir hayli şaşırıp Rabia Hatun ile ilgili acilen bir araştırma yapma gereği duydum. Kafam karıştı çünkü. Yedi yüz yıl önce yaşayan ve Azeri dilini çağrıştıran bu dizeleri yazan hatun tam olarak kimdi, başka neler yazmıştı?

Öncelikle söyleyeyim; Rabia Hatun dendiğinde benim aklıma dinsiz bir dansöz olduğu için zindanlara atılan ve sonradan hidayete eren bir evliya kadın gelirdi. Hani öldüğünde ruhunun bedeninden ayrılıp gökyüzüne uçtuğu insanlar tarafından görülen ve filmi de yapılan. Ama hayır, o değildi.
Bir de Basralı ünlü kadın sufi Rabia vardı. Babası tarafından köle olarak satılan ve ölünceye kadar evlenmeyen Rabia'nın hikâyesi ile sözleri 13. yüzyıl sufilerinden biri tarafından yazılan ünlü "Tezkiret'ül Evliya" adlı esere eklenmişti. 13. yüzyıl tamamdı; ama Basralı Rabia şiir falan yazmamıştı. Aradığım hatun o da değildi.

Neyse uzatmadan sadete gelelim. Çünkü hikâye inanılacak gibi değil!
1930'lu yıllarda ortalıkta birdenbire dili Âzeri Türkçesini andıran dörtlükler dolaşmaya başlar. "Pâyin sadâsı gelse de sen hiç gelmesen", "Hicrân içimde vasl ile bir hoş geçimdedir", "Men tâ senin yanında dahi hasretem sana", "Bir ses içimde kalmış, cânân unuttu zâhir" gibi olağanüstü dizelerden oluşan bu lirik şiirler, o yıllarda okul kitaplarına ve takvim yapraklarına kadar girer. Şiirlerin Rabia Hatun adında bir kadın şaire ait olduğu, hangi devirde yaşadığı bilinmediği şeklinde söylenceler başlar.


19. ve 20. yüzyıl, Türk Edebiyatı tarihi için bir ''keşif'' dönemi. Önceden bilinmeyen birçok eser ve kişi bu dönemde bilinmeye başlıyor. Tam da keşif döneminin hızını kestiği 1930’lu yıllarda ''Selçuki Rabia Hatun'' adlı bir şairin şiirleri ortaya çıkıyor. Şiirleri bulduğunu iddia eden kişi ise dönemin ünlü ve donanımlı Osmanlı tarihçilerinden İsmail Hami Danişmend. Gençlik yıllarını Fransa’da geçiren Danişmend, Osmanlı Türkçesinin yanı sıra beş dil daha bilen, özel bir eğitimden geçmiş son derece donanımlı bir kişi. Selçuklu ve Osmanlı tarihi uzmanı olan Danişmend, Rabia Hatun şiirlerini eski bir yazmanın içinde bulduğunu söylemektedir. Şiirler ölçülü, kafiyeli, bir hayli etkileyicidir.
Dolayısıyla gerçekten de seçkin bir divan şairinin yeni bulunmuş şiirleri sanılmaktadır.

Şimdi sıkı durun! Aradan yıllar geçer ve İsmail Hami Danişmend, 17- 24 Eylül 1948 tarihli Akşam Gazetesi'nde bu şiirlerin genç yaşta ölen eşi Nazan Danişmend'e ait olduğunu açıklar!

Rabia Hatun bir mahlastır ve o şiirler tarihçi İsmail Hami Danişmend'in eşi tarafından yazılmıştır.



* * *