2019/09/27

Hasankeyf'e Veda :(

Bugün yine ''Bereketli Hilal'' diye adlandırılan Mezopotamya topraklarının kuzeyinde, Midyat'tan sonra yaklaşık 1 saat uzaklıkta bulunan Batman'ın Hasankeyf ilçesindeyiz.

Dicle Nehri'nin iki yakaya ayırdığı, kısa bir süre içinde de suların altına gömüleceği acı bir hikâyesi olan, baktıkça insanı hüzne boğan bir kent Hasankeyf. İlk bakışta küçük ve sönük bir Güneydoğu Anadolu kentiymiş gibi görünse de Mezopotamya'nın kalbi tam da burası...

Tarihi 12.000 yıl öncesine kadar uzanan Hasankeyf; Doğu ve Batı uygarlıklarının doğduğu, ilk köylerin ve şehirlerin kurulduğu, arpanın, buğdayın ilk kez ekildiği topraklarda bulunan, o günlerde ticaretin büyük bir oranda nehir yoluyla yapılması nedeniyle ekonomik ve ticari açıdan oldukça gelişmiş görkemli bir kale kent.

Hasankeyf; Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdani, Artuk, Eyyubi ve Osmanlı gibi önemli kültürlerin izlerini taşıyor. Bu medeniyetlere ait kalıntılar barındırıyor. Kültür ve doğa binyıllarca iç içeymiş burada. UNESCO'nun ''Dünya Kültür Mirası Listesi'' için belirlediği 10 kriterden 9'unu taşıyan dünya üzerindeki tek kent. Ve böylesi eşsiz bir miras yok olmak üzere! Dicle Nehri üzerine inşa edilen ve yapımı bitirilen Ilısu Barajı'na çok yakında su tutulmaya başlanacak burada. Tarihi eserler taşınmaya başladı. Sular yükselip Hasankeyf yok olmadan, ''Onu son kez görmek üzere buradayız'' ne yazık ki.

Hasankeyf kent merkezine girişte, Dicle ırmağı üzerinde yer alan Selçuklu Dönemi'nden kalma 1116 yılı yapımı olan ve görkemli bir anıt olduğu izlenimini veren köprü. Taş ve tuğla malzemeden inşa edilen köprü dört-beş büyük açıklıktan oluşuyor. Ortadaki açıklığın açılır kapanır ahşap bir köprü olduğuna dair tarihi bilgiler varmış ve köprünün ayaklarının iki tanesi suyun altındaymış.

Fırat Nehri üzerindeki barajlarımızın hikâyesi 1975 yılında inşa ettiğimiz ilk baraj olan Keban ile başlamıştı. Ardından proje hızını artırarak Karakaya, Atatürk, Birecik ve Karkamış barajlarını sıraya koyduk. Böylece Türkiye'deki uzunluğu 1.260 km olan Fırat Nehri'nin yalnızca üçte birini doğal akışında bırakmıştık. O artık üçte ikisi baraj gölüyle kaplı bir nehirdi! Üzerine inşa edilen son barajın duvarları bir öncekinin duvarlarına kadar uzanan bir bir nehir...

Sonuç malum. Fırat üzerinde birbiri ardına sıralanmış bu beş baraj gölü sayesinde sayısız köy ve antik kent sular altında kaldı. Barajlara su tutulmadan önce antik yerleşimlerde kurtarma kazıları yapılıyordu elbette. Fakat bu asla yeterli değildi. Misal; ülkemizin en büyük höyüklerinden biri sayılan Adıyaman'daki Samsat Höyüğü daha Bizans katmanı kazılırken Atatürk Barajı’nın sularında yok oldu. Tille, Tilbeş ve Kurban Höyükleri, Zeugma gibi Anadolu için çok büyük öneme sahip onlarca antik yerleşim yeri ve yüzlerce köy baraj sularına gömüldü.

İşin en acı yanı mı? Sonsuza kadar kaybettiğimiz tarihsel mirasın boyutlarını hiçbir zaman bilemeyecek oluşumuz. Bulundukları yerden ve temsil ettikleri geçmişten kopartılarak ''taşınan'' tarihi eserlere gelince, onların hiçbiri taşındığı yerde aynı tarihi ruhu ve duyguyu yaşatamayacak ne yazık...

Hasankeyf 1981 yılında I. derece arkeolojik sit alanı ilan edilmiş. Dicle Nehri ise ülkemizde üzerinde baraj bulunmayan tek doğal nehir. Doğa Derneği projenin ulusal ve uluslararası kanun ve sözleşmelere tamamen aykırı olduğunu söylüyor.

Suyun altında kalacak binlerce mağaranın taşınması söz konusu bile olamıyor tabii. Hasankeyf'in 1.derece sit alanı yapılmasının en önemli nedeni kazı çalışmaları henüz bitmeyen ya da ortaya çıkarılmayı bekleyen binlerce tarihî eserin burada olması. Tarihi dokusunu koruyan kalesi, bir bütünlük içerisindeki mağaralar, ibadethaneler...

Dicle Nehri'nin geçtiği Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak illerini kapsayan, Atatürk Barajı'ndan sonra ikinci büyüklükte olan Ilısu Barajı'nın yatırım bedeli 12.3 milyar TL imiş. DSİ verilerine göre ise 199 köyün 85’i tamamen su altında kalacak, 200 yerleşim yerindeki yaklaşık 55 bin insan evini ya da topraklarını kaybedecek, 15 bin kişinin göç etmesi gerekecek.

Köprünün altındaki kumluk alana belki de son kez piknik yapmaya gelmiş bir aile

Baraj gölü havzasında bulunan ve su altında kalacak 7 eserle beraber 3 km mesafedeki 3 bin dekarlık alana taşınan Hasankeyf'in yeni yerleşim yerinde yaşam başlamak üzere...

Köprüde çekilen bir hatıra fotoğrafından sonra hemen sol taraf geçiyor, Hasankeyf'in eski çarşısını görmeye gidiyoruz.




Kentin küçük çaplı çarşı pazarında en çok dikkati çeken üzerinde manidar sözcükler yazan beyzbol sopalarıydı bence. Oradaki insanların vermek istediği mesajların toplamı gibiydi. Ya da bana öyle geldi.👇👇

Hasankeyf tüm Türkiye’ye, hatta tüm dünyaya ait aslında. Dolayısıyla ona sahip çıkmak siyaset değil,
dünya tarihine sahip çıkmak olarak algılanmalı.

Ne dersiniz, sizce Hasankeyf, UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınsa kurtulabilir miydi?