12/11/2019

Büyükada, Faytonlar, Şile ve Ağva

''Sonbaharda İstanbul'' adını verdiğimiz ve hafta sonuna sığdırılmış iki günlük kısacık gezimizin son bölümündeyiz. Yazının çok fazla uzamasını istemediğimden kısa notlar ve bol fotoğraf eşliğinde, gezinin Şile ve Ağva kesitini de bu bölüme eklemeye karar verdim.

Sabahleyin, "Boğaz turu" keyfi veren yaklaşık 2 saatlik bir deniz yolculuğu sonrası öğleye doğru ulaştığımız Heybeliada'da geçen dört saatlik sürenin sonunda adadan ayrılıyor ve 15 dakika süren kısa bir yolculuktan sonra Prens Adaları'nın en büyüğü olan Büyükada'ya ulaşıyoruz.
Aynı güne iki ada sığdırmaya kalktığımız için tam da bu noktada ''Hayatımızın hatasını yapıyoruz'' demem ve sizi uyarmam gerekiyor aslında.

Siz siz olun, ne yapın edin, adalara tam gün ayırın. Hatta bir gece kalmalı olsun ki ada havasını tam olarak duyumsayın. Aksi takdirde elinizde kalan yorgunluk ve pişmanlıktan fazla bir şey olmayacak, bunu bilin. Çünkü aynı gün, karasular inmiş ayaklarınızla indiğiniz ikinci adada kısa sürede bitap düşecek, çok istediğiniz halde görmek istediğiniz ziyaret noktalarına ulaşamayacaksınız. Çünkü sizi Büyükada'daki Aya Yorgi Kilisesi ve Rum Yetimhanesi'ne kadar götürecek araç yok. Oralara bisikletle çıkmanız da mümkün değil. Belli bir noktadan sonra 1,5 kilometreye yakın yürüyerek çıkmanız gerekiyor. Bunları yapamayınca da sık sık dinlenme molası vererek adanın içindeki sokakları dolaşmaktan, bir yerlerde oturup bir şeyler yiyip içmekten başka çare kalmıyor.

Sonbahar Büyükada'ya fazlasıyla yakışmış. Faytonlar da yakışıyor aslında. Ama atları çatlatana kadar yolcu taşımak için değil. Yolcularını bir an önce bırakıp yenilerini almak üzere bir yarışa girmek için hiç değil. Nostalji olsun diye. Yolcu taşımayan sadece birkaç fayton...

Dört yıl önce gezip gördüğüm sokaklardaki fayton sayısı en az beş misli artmış desem yeri. Oysa beklentim tam tersiydi. Bakın, tam buradan geçerken kokuya dayanmak imkânsız. Yerler at çişinden göle dönüşecek neredeyse. Hani akülü arabalar çalışacaktı?

Güneşli ve ılıman bir havada ulaştığımız ada ne kadar güzel görünüyordu oysa.

Heybeliada'daki sakinlik buraya pek uğramamış. Sokaklar gezen, alışveriş eden insanlarla dolu.

Balık restoranına girişteki kapıda asılı kurutulmuş balıklar. Devamlı bir alışveriş hali.


Büyükada'nın adeta simgesi olan çiçek taclarına deniz yıldızları, minik midye kabukları olan modeller eklenmiş. Türban üzeri olsa bile mutlaka alıp takıyorlar. Tanesi 5-20 TL arası.

Büyükada'nın süslü köşklerini özledim. Şimdi biraz ara sokaklarda dolaşma vakti...


Bu sokaktakiler din görevlisi idi. Soldaki papaz ve her nedense çok aceleleri var..




Dört saat de burada kaldıktan sonra dönüş vakti. Aya Yorgi ve yetimhaneyi göremeden dönüyor olmak çok fazla can sıkıcı. Koskoca dört saat ara sokaklarda dolaşmak, yeme-içme-dinlenme ile geçti. Buna rağmen yorgunluk diz boyu...

Geceyi İstanbul'da geçirdikten sonra ertesi sabah Şile'ye doğru erkenden yola koyulduk. Yolculuk çok şaşırtıcıydı. Çünkü kendimizi Karadeniz'de zannettik. Bitki örtüsü olsun, tamamıyla ahşaptan yapılmış tek ya da iki katlı Karadeniz tipi evleriyle olsun tıpkısıydı. Özellikle de geniş meralar ve üzerinde otlayan büyük-küçükbaş hayvanların çokluğu şaşırtıcıydı. Özetle; İstanbul il sınırları içinde olduğumuza inanmak hayli zordu. Karadeniz'deydik biz:)

Türkiye'nin en büyük deniz feneri burada. Fener, Şile'nin amblemi niteliğinde.

Resimdeki sol kesitte bir kale görünüyor. Şile’nin sembollerinden biri olan Şile Kalesi bu.
Cenevizlilerden kalma 2000 yıllık tarihi kale, yıkıntı haline geldiğinden restorasyona alınmış ve son hali Sünger Bob'a benzetildiğinden sosyal medyada bir hayli tartışılmıştı.

Şimdi biraz zum yapalım. Kale, Sünger Bob'a çok benziyor gerçekten de:) Bulunduğu yer Ocaklı Adası imiş. Bizanslılar tarafından da el atılan 10×10 metrekare genişliğinde, 12 metre yüksekliğindeki kale, Osmanlılar tarafından denizden gelen olası saldırılara karşı güvenlik ve sahil gözetleme amacıyla aktif olarak kullanılmış.


Şile Bezi Dünyası
Burada gerçekten de binbir çeşit üründen oluşmuş koskocaman bir dünya var.

Şehrin her yanı şile bezi satışı yapan mağazalarla dolu. İçeri girdiğinizde gördüğünüz ne varsa şile bezinden yapılmış. Bu kadarını beklemiyordum doğrusu.

Üstelik öyle klasik şile bezi tarzı değil hiçbiri. Son derece şık ve güzel modeller. Şaşırmamak elde değildi. Hiç aklımda yokken epey alışveriş yaptım:)

Elbiseden eteğe, çocuk giysilerine, kadın-erkek gömleklerine, bluzlara, jilelere, hatta bornoza, peştemala kadar şile bezinden dikilme aklınıza gelebilecek her şey var.


Sıra geldi Ağva'yı görmeye. Beklentimden sönük bir kasaba çıktı karşıma. Yaz aylarında daha aktif olsa gerek. Sahil bomboş. Burası Hititler, Frigler, Roma ve Osmanlılar gibi pek çok uygarlığın geçiş yeriymiş.

Batı Karadeniz’e doğru uzanan kıyı şeridi üzerinde yer alan şirin bir kasaba Ağva.

Sahildeki yürüyüş yolunun bitimi. Fenerlerin bulunduğu kısım.

Ağva, İstanbul’da şehrin keşmekeşinden uzaklaşıp doğaya ulaşmak için en çok tercih edilen yerlerden biri. Nehirleri, plajları, köyleri ve koylarıyla ünlü.

Görmüş olduğunuz ünlü Göksu Nehri.

Burada tıpkı Halfeti'de olduğu gibi tekne turları yapılıyor.

Ağva'da bir zamanlar dizi film de çekilmiş. Gezilip görülecek fazla yeri olmayan, İstanbulluların deniz için ya da hafta sonu kaçamağı yapmak üzere tercih ettiği küçük ve şirin bir yerleşim yeri...


Kalın sağlıkla...