Sağlığı ve mutluluğu simgeleyen, kötü ruhlara karşı bir tılsım olduğuna ve şans getirdiğine inanılan kırmızı beyaz bükümlü ipliklerden yapılmış "marteniçkalar" bileğe ya da kıyafetlere takılır, değiş tokuş edilir. Arkadaşlara, aile bireylerine ve meslektaşlara hediye edilir. Hatta günümüzde bazı dağ köylerinde bilinen ilk haliyle evlerini ve evcil hayvanlarını süsleyenlerden bahsediliyor.
şans etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şans etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28/02/2024
Marteniçka Vakti
Her yıl 1 Mart geldiğinde Balkan ülkelerinin birçoğunda kışı uğurlama ve yaklaşan baharı karşılama amaçlı kutlanan asırlık bir geleneğin vakti geldi çattı. Artık hepimizin bildiği üzere bu geleneğin sembolü bileklere takılan kırmızı-beyaz renkli marteniçka bilekliği. Son yıllarda büyük bir hızla ve de dalga dalga yayıldı. Gözlemlerime göre neredeyse tüm dünyayı sarmak üzere. Geleneğin özünde hiçbir şekilde yokken ticari amaçlı satılması da yaygınlaştı tabii.
26/12/2022
Evde Uğur Böceği Geziniyor:)
Tarih boyunca tüm kültürlerde uğur böceğinin şans getirdiğine inanılmış.
Bazı toplumlar üzerlerine bir uğur böceği konduğunda dilek tutup gerçekleşme zamanı için sırtındaki siyah noktaları sayıyor mesela. Çoğunluk, noktaların en büyük dileğin gerçekleşmesi için kaç ay kaldığını gösterdiğini düşünüyor. Kimi zamansa uğur böceği ne kadar kırmızıysa şansınızın o kadar iyi olacağını. Hatta bir uğur böceği görülünce gerçek aşkın hemen ardından geleceğini söyleyen halk hikâyeleri bile var.
İsveç'te örneğin, uğur böceği bir genç kızın eline konarsa o kızın kısa bir süre içinde evleneceğine inanılıyor. Sözün özü, kişinin üzerine uğur böceği konmasına dünya genelinde bir şans olayı olarak bakılıyor. Buna karşılık bir uğur böceğini öldürmenin size kötü şans getireceğinden bahsediliyor.
Uğur böcekleri ve şansla ilgili bu değişmez efsanenin kaynağı muhtemelen çiftçiler. Çünkü uğur böcekleri, doymak bilmez birer yiyici. Ekinlere ve bahçelere musallat olan yumuşak gövdeli, sorunlu böcekleri seviyorlar. Hikâyeye göre zamanın birinde bahçeleri zararlı böcekler istila etmiş. Çaresiz halk çözüm yolları arasa da maalesef bulamamış. Ta ki uğur böcekleri ortaya çıkana kadar. Zararlıların hepsini yiyip bitkileri tahrip olmaktan ve halkı bu zor durumdan kurtaran uğur böceklerinin o gün bu gündür uğurlu olduklarına inanılmaktaymış. Üstüne üstlük uğur böceği kullanmak bitkilerin zararlı böcek ilacı kullanmadan sağlıklı tutulmasını sağladığından bu kadar çok kültür tarafından değer verilmesi hiç de şaşırtıcı değil.
25/12/2014
Ya Çıkarsa!
Yeni bir yıl yeni umutlar, büyük hayaller demek birçoğumuz için.
Beklentilerin, gerçeğe dönüşmesi adına 11 rakamlı mini bir belge şekline sokulup umudun elle tutulur bir hale getirildiği ve satışa sunulduğu Milli Piyango bileti ise vazgeçilmezimiz.
Şans oyunlarıyla hiç ilgisi olmayan ailelerin bile yeni yıl çekilişi için mutlaka bilet aldığını bilmeyenimiz var mı? Bunu ülke olarak bir gelenek haline getirdiğimiz kesin. Başka ülkelerde de durum bizdeki gibi mi merak etmiyor değilim bu arada.
Bir de; ucuz olduğu için çeyrek bilete olan rağbet beni hep düşündürmüştür. Daha doğrusu; hayallerin gerçekleşmesi için atılan adımda bile ''Diğerleri pahalı, en hesaplısı olsun'' zihniyeti şaşırtıcı gerçekten...
Milli Piyango Yılbaşı Çekilişi'ne olan ilgi her zamanki gibi yine yoğun. Buna rağmen gerek bayilerin gerekse seyyar satıcıların mevcut ilgiyi katmerlemek adına gösterişli ilanlar ve ilgi çekici sunumlarla büyük bir çaba sarfettiklerini gözlemlemek ayrı bir şaşkınlık konusu.
Düz-çapraz-seri bilet satanlar, ''Visa çekilir- 0 komisyon'' diyenler de cabası. Basılan biletlerin yüzde 90’ına varan kısmı daha şimdiden bitmiş. Her yıl olduğu gibi 31 Aralık akşamına kadar tamamı ya da tamamına yakını bitecek demektir bu. Daha ne?
Ancak... Pek çok kişinin bilmediğine bizzat şahit olduğum, büyük ikramiye çıkma ihtimalinin yılbaşı çekilişlerinde bir hayli düşük olması diye de bir gerçek var. Kazanma olasılığı normal çekilişlerde 600 binde bir iken, bu oran yılbaşı çekilişinde (otomatik olarak) 10 milyonda bir çünkü. Ve aslolan şu ki; basılan 500 milyon liralık biletin tümünün satılması halinde Hazine'nin kasasına 42 milyon 415 bin lira girecek. Yani talih kuşu devletin başına konacak yine. Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Tanıtma Fonu, SHÇEK, Olimpiyat Oyunları Düzenleme Kurumu benzeri kuruluşları da eklersek, vergilerle 500 milyon liralık bu hasılatın 141 milyon 442 bin 666 lirası devlete aktarılmış olacak.
Geçen yıl 50 milyon lira olan büyük ikramiye, ilk kez bu yıl artırılmayarak aynı kalmış.
Bu para ile neler yapılabileceğine dair birçok seçenek yazılması işin coşkusunu artırıyor tabii. Örneğin büyük ikramiye sana çıkarsa ve 50 liralık banknotlar halinde almak istersen ağırlığı 1 ton, düşünsene! Yok eğer 1 liralık madeni para olarak tercih edersen biner adetlik 50 bin deste, 410 ton ağırlık ediyor ve taşımak için 27 kamyon tutman gerekiyor. Üst üste koyayım dersen 10 Everest Dağı’nın yüksekliğini aşan bir kule elde ediyorsun.
Dünyanın en pahalı arabası Lübnan yapımı Lykan Hyperspot'tan 7 tane, 13 milyon liradan satılan Falcon 2000 uçağından ise 3 adet alınabiliyor. Of ki off!
Göle kaşıkla yoğurt boca ederken ''Ya tutarsa!'' demiş Nasrettin Hoca.
''Ya çıkarsa!'' diyelim biz de o halde, öyle değil mi?
Eğer bilet almışsanız, şansınızın bol olması dileğiyle…
Beklentilerin, gerçeğe dönüşmesi adına 11 rakamlı mini bir belge şekline sokulup umudun elle tutulur bir hale getirildiği ve satışa sunulduğu Milli Piyango bileti ise vazgeçilmezimiz.
Şans oyunlarıyla hiç ilgisi olmayan ailelerin bile yeni yıl çekilişi için mutlaka bilet aldığını bilmeyenimiz var mı? Bunu ülke olarak bir gelenek haline getirdiğimiz kesin. Başka ülkelerde de durum bizdeki gibi mi merak etmiyor değilim bu arada.
Bir de; ucuz olduğu için çeyrek bilete olan rağbet beni hep düşündürmüştür. Daha doğrusu; hayallerin gerçekleşmesi için atılan adımda bile ''Diğerleri pahalı, en hesaplısı olsun'' zihniyeti şaşırtıcı gerçekten...
Milli Piyango Yılbaşı Çekilişi'ne olan ilgi her zamanki gibi yine yoğun. Buna rağmen gerek bayilerin gerekse seyyar satıcıların mevcut ilgiyi katmerlemek adına gösterişli ilanlar ve ilgi çekici sunumlarla büyük bir çaba sarfettiklerini gözlemlemek ayrı bir şaşkınlık konusu.
Düz-çapraz-seri bilet satanlar, ''Visa çekilir- 0 komisyon'' diyenler de cabası. Basılan biletlerin yüzde 90’ına varan kısmı daha şimdiden bitmiş. Her yıl olduğu gibi 31 Aralık akşamına kadar tamamı ya da tamamına yakını bitecek demektir bu. Daha ne?
Ancak... Pek çok kişinin bilmediğine bizzat şahit olduğum, büyük ikramiye çıkma ihtimalinin yılbaşı çekilişlerinde bir hayli düşük olması diye de bir gerçek var. Kazanma olasılığı normal çekilişlerde 600 binde bir iken, bu oran yılbaşı çekilişinde (otomatik olarak) 10 milyonda bir çünkü. Ve aslolan şu ki; basılan 500 milyon liralık biletin tümünün satılması halinde Hazine'nin kasasına 42 milyon 415 bin lira girecek. Yani talih kuşu devletin başına konacak yine. Savunma Sanayi Destekleme Fonu, Tanıtma Fonu, SHÇEK, Olimpiyat Oyunları Düzenleme Kurumu benzeri kuruluşları da eklersek, vergilerle 500 milyon liralık bu hasılatın 141 milyon 442 bin 666 lirası devlete aktarılmış olacak.
Geçen yıl 50 milyon lira olan büyük ikramiye, ilk kez bu yıl artırılmayarak aynı kalmış.
Bu para ile neler yapılabileceğine dair birçok seçenek yazılması işin coşkusunu artırıyor tabii. Örneğin büyük ikramiye sana çıkarsa ve 50 liralık banknotlar halinde almak istersen ağırlığı 1 ton, düşünsene! Yok eğer 1 liralık madeni para olarak tercih edersen biner adetlik 50 bin deste, 410 ton ağırlık ediyor ve taşımak için 27 kamyon tutman gerekiyor. Üst üste koyayım dersen 10 Everest Dağı’nın yüksekliğini aşan bir kule elde ediyorsun.
Dünyanın en pahalı arabası Lübnan yapımı Lykan Hyperspot'tan 7 tane, 13 milyon liradan satılan Falcon 2000 uçağından ise 3 adet alınabiliyor. Of ki off!
Göle kaşıkla yoğurt boca ederken ''Ya tutarsa!'' demiş Nasrettin Hoca.
''Ya çıkarsa!'' diyelim biz de o halde, öyle değil mi?
Eğer bilet almışsanız, şansınızın bol olması dileğiyle…
11/12/2010
İki Küçük ''Mucize Kız''
Günlerdir iki küçük kızda benim aklım.
İki küçük ''mucize kız''da. Biri genç kızlığa yeni adım atmış, on altı yaşındaki Lara Ömeroğlu, diğeri ise yaşama yeni adım atmış olan henüz bir aylık Zeynep Gülfem...
İlk bakışta aralarında ortak hiçbir nokta yokmuş gibi görünse de, bana göre öyle çok ki... Aklım, yüreğim ve ruhum bu iki küçük kızla dolu. Onlar benim için yaşamı irdelemek adına güçlü birer neden ve ortak payda oluşturmuş durumdalar.
Lara Ömeroğlu; İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin 32 yıldır düzenlediği "Yılın Genç Müzisyeni" (BBC Young Musician) yarışmasına ''2010 Yılı Birincisi'' olarak adını altın harflerle yazdıran, piyanoyu çalmayıp konuşturan kızımız. Yeteneğini farkeden annesi, daha 6 yaşındayken özel hocalar tutuyor ona. Profesyonel birçok sanatçının çalmaya çekindiği zor eserlerle katıldığı yarışmalarda sayısız derece ve ödül kazanmış.
BBC Galler Ulusal Orkestrası eşliğindeki bu muhteşem performansından sonra uzun süre ayakta alkışlanan Lara'yı izlerken büyük bir heyecan ve coşkuyla dolup yeteneğine hayran kalacaksınız, eminim. Hatta gözleriniz dolacak.
Zeynep Gülfem mi? 28 yaşında, sekiz aylık hamile, gencecik bir kadındı annesi.
Hayata dair sıraladığı, gerçekleşmesini heyecanla beklediği umutları olan...
Alışverişe çıktığı gün, bir magandanın rastgele savurduğu kurşunlardan biri başına isabet aldı.
Ambulans hemen ulaşıp, siren seslerini beş dakika içinde acildeki telaşla buluştursa da, genç kadın daha vurulduğu an karnındaki bebekle birlikte hayatını kaybetmişti...
Zeynep'in adı da ''Ölü anneden 'ölü doğan çocuğun tekrar canlandırılması' vakası'' olarak literatüre girecek. Yaşanan süreç yayın olarak hazırlanıyor.
Dünyada ölü anneden kurtarılmış yalnızca 39 bebekten biri o.
Üstelik söz konusu annelerin çoğu kısa süreliğine de olsa canlandırılmış.
Zeynep; ölü annesine sadece ''bebek için kan dolaşımı sağlansın diye'' kalp masajı yapılmış, dakikalarca oksijensiz kalmış ve mosmor bir halde annesinin karnından alınmış ölü bir bebek. Doktorların 20 dakika boyunca ''parmakla'' yaptığı kalp masajına cevap vererek bir mucizeyi gerçekleştiren minicik bir kız!
Sonrasında; yoğun bakımda ilk ağlamasını gerçekleştirmesi için 45 dakika başında bekleyen, ''Bir bebeğin ağlamasına bu kadar sevineceğimizi düşünemezdik. O ağlarken sevinçten biz de ağlıyorduk,'' diyen tam 17 doktor var. Ve bunları okurken ağlayan ben...
Ölü annesinin karnında oksijensiz kalıp akciğer ve böbrek yetmezliğiyle doğan vücudu toparlansa da beyni hala oksijensiz dakikaların etkisini taşıyan Zeynep şu an 1 aylık. Gözlerini kırpamıyor. Bırakın özel yetenekleri olmasını, yutma ve emme refleksleri gelişmediği için sondayla besleniyor. Beyin gelişiminin normale dönüp dönmeyeceği belli değil. Doktorlar yine de umutlu olduklarını söylüyor...
İki küçük ''mucize kız''da. Biri genç kızlığa yeni adım atmış, on altı yaşındaki Lara Ömeroğlu, diğeri ise yaşama yeni adım atmış olan henüz bir aylık Zeynep Gülfem...
İlk bakışta aralarında ortak hiçbir nokta yokmuş gibi görünse de, bana göre öyle çok ki... Aklım, yüreğim ve ruhum bu iki küçük kızla dolu. Onlar benim için yaşamı irdelemek adına güçlü birer neden ve ortak payda oluşturmuş durumdalar.
Lara Ömeroğlu; İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin 32 yıldır düzenlediği "Yılın Genç Müzisyeni" (BBC Young Musician) yarışmasına ''2010 Yılı Birincisi'' olarak adını altın harflerle yazdıran, piyanoyu çalmayıp konuşturan kızımız. Yeteneğini farkeden annesi, daha 6 yaşındayken özel hocalar tutuyor ona. Profesyonel birçok sanatçının çalmaya çekindiği zor eserlerle katıldığı yarışmalarda sayısız derece ve ödül kazanmış.
BBC Galler Ulusal Orkestrası eşliğindeki bu muhteşem performansından sonra uzun süre ayakta alkışlanan Lara'yı izlerken büyük bir heyecan ve coşkuyla dolup yeteneğine hayran kalacaksınız, eminim. Hatta gözleriniz dolacak.
Zeynep Gülfem mi? 28 yaşında, sekiz aylık hamile, gencecik bir kadındı annesi.
Hayata dair sıraladığı, gerçekleşmesini heyecanla beklediği umutları olan...
Alışverişe çıktığı gün, bir magandanın rastgele savurduğu kurşunlardan biri başına isabet aldı.
Ambulans hemen ulaşıp, siren seslerini beş dakika içinde acildeki telaşla buluştursa da, genç kadın daha vurulduğu an karnındaki bebekle birlikte hayatını kaybetmişti...
Zeynep'in adı da ''Ölü anneden 'ölü doğan çocuğun tekrar canlandırılması' vakası'' olarak literatüre girecek. Yaşanan süreç yayın olarak hazırlanıyor.
Dünyada ölü anneden kurtarılmış yalnızca 39 bebekten biri o.
Üstelik söz konusu annelerin çoğu kısa süreliğine de olsa canlandırılmış.
Zeynep; ölü annesine sadece ''bebek için kan dolaşımı sağlansın diye'' kalp masajı yapılmış, dakikalarca oksijensiz kalmış ve mosmor bir halde annesinin karnından alınmış ölü bir bebek. Doktorların 20 dakika boyunca ''parmakla'' yaptığı kalp masajına cevap vererek bir mucizeyi gerçekleştiren minicik bir kız!
Sonrasında; yoğun bakımda ilk ağlamasını gerçekleştirmesi için 45 dakika başında bekleyen, ''Bir bebeğin ağlamasına bu kadar sevineceğimizi düşünemezdik. O ağlarken sevinçten biz de ağlıyorduk,'' diyen tam 17 doktor var. Ve bunları okurken ağlayan ben...
Ölü annesinin karnında oksijensiz kalıp akciğer ve böbrek yetmezliğiyle doğan vücudu toparlansa da beyni hala oksijensiz dakikaların etkisini taşıyan Zeynep şu an 1 aylık. Gözlerini kırpamıyor. Bırakın özel yetenekleri olmasını, yutma ve emme refleksleri gelişmediği için sondayla besleniyor. Beyin gelişiminin normale dönüp dönmeyeceği belli değil. Doktorlar yine de umutlu olduklarını söylüyor...
* * *
Şansın içinde bulunduğumuz şartlarla doğru orantılı olduğu gerçeği vardır.
Ne kadar zorlarsak zorlayalım, şansın katkısıyla bile eldeki imkanlar nereye kadar izin veriyorsa gidebileceğimiz yol da o kadardır. Tıpkı Lara ile Zeynep'in detaylarında görüldüğü gibi.
Bazıları Anglosaksonların kullandığı ''Gümüş kaşıkla doğdu,'' sözünde olduğu gibi şansıyla birlikte doğarken, bazılarının da yaşamla savaşırken; sadece ''nefes alabilmek'' için şansa ihtiyacı vardır.
Eldeki imkanlar kullanılırken şansla birlikte gelinen nokta kimi zaman gözyaşı döktüren mucizevi sonuçlara ulaştırır.
Ancak, dökülen gözyaşları ve nedeni de ulaşılan sonla doğru orantılıdır:
Sevinç, mutluluk, heyecan, acı ya da hüzünle dökülen gözyaşları...
Şansın içinde bulunduğumuz şartlarla doğru orantılı olduğu gerçeği vardır.
Ne kadar zorlarsak zorlayalım, şansın katkısıyla bile eldeki imkanlar nereye kadar izin veriyorsa gidebileceğimiz yol da o kadardır. Tıpkı Lara ile Zeynep'in detaylarında görüldüğü gibi.
Bazıları Anglosaksonların kullandığı ''Gümüş kaşıkla doğdu,'' sözünde olduğu gibi şansıyla birlikte doğarken, bazılarının da yaşamla savaşırken; sadece ''nefes alabilmek'' için şansa ihtiyacı vardır.
Eldeki imkanlar kullanılırken şansla birlikte gelinen nokta kimi zaman gözyaşı döktüren mucizevi sonuçlara ulaştırır.
Ancak, dökülen gözyaşları ve nedeni de ulaşılan sonla doğru orantılıdır:
Sevinç, mutluluk, heyecan, acı ya da hüzünle dökülen gözyaşları...
* * *
Lara ÖMEROĞLU İstanbul Resitalleri'nin konuğu olarak 'özel bir resital' vermek üzere 16 Aralık Perşembe günü Türkiye'ye geliyor. Bu özel yeteneği görmek, yakından dinleyip heyecan duymak ve başarısını kutlamak isteyenler için müthiş bir imkan.
Zeynep Gülfem de İstanbul'da...
Mucizelerle gelen yaşamıyla daha doğmadan başlayan mücadelesi sürüyor. Bu minik kızın literatüre geçen şansının devam etmesi için yapabileceğimiz tek şey ise ''dua etmek''...
(Zeynep Gülfem foto: Hürriyet)
Lara ÖMEROĞLU İstanbul Resitalleri'nin konuğu olarak 'özel bir resital' vermek üzere 16 Aralık Perşembe günü Türkiye'ye geliyor. Bu özel yeteneği görmek, yakından dinleyip heyecan duymak ve başarısını kutlamak isteyenler için müthiş bir imkan.
Zeynep Gülfem de İstanbul'da...
Mucizelerle gelen yaşamıyla daha doğmadan başlayan mücadelesi sürüyor. Bu minik kızın literatüre geçen şansının devam etmesi için yapabileceğimiz tek şey ise ''dua etmek''...
(Zeynep Gülfem foto: Hürriyet)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)