Çay bahçesi kahvaltıları ünlüdür bu kentte. Özellikle hafta sonlarında. Yerli halkın tıpkı pikniğe gider gibi kahvaltılıkları hazırlayıp yola düşme, doğruca denize nazır çay bahçelerinden birine gitme geleneği vardır.
Bir masa kapıyor, evde hazırlayacağın kahvaltı masasını orada hazırlıyorsun. Masa örtüsüne, tabaklarına kadar getiren oluyor. Peynir, zeytin, yumurta, reçel, domates, vb. aklınıza gelebilecek her şey. Herkes o kadar mutlu ki. Garsonlar çay dağıtmaya yetişemiyor. Adı üzerinde değil mi zaten. ''Çay bahçesi''. Sonra da boğazın esintilerine karşı mis gibi kahvaltını ediyorsun.
Yaz bitiyor, hava hissedilir biçimde serinledi artık diye bugün biz de kahvaltıyı çay bahçesinde yapalım dedik. Ama ben evde yapılmış poğaça, börek kahvaltısı tercih ettim. Öbür türlüsüne alışamayacağım galiba. Zahmetli geldiğinden olsa gerek. Ortamı izlemek çok hoş yalnız.
Ortam derken, bir an hayal görüyorum zannettim. Denizin üzerinde sörfçüyü andıran bir sporcu vardı. Ancak denizde öyle sörf yapacak kadar dalga yoktu ki. Yine de küçük dalgaların üzerinde hızla ilerliyor, pardon uçuyordu. Bu nasıl olabiliyordu? Görüntü olarak ayağının altında küçük boy bir ütü masası vardı da onun üzerine basıyor gibiydi. Epeyce kişi işi gücü bırakıp onu izlemeye başladık. İki kez düştü ve denizin içinde kayboldu. Hep birlikte panik yaptık. Sonra yeniden göründü. Her nasıl başarıyorsa denizin tam ortasında o minicik tabana yeniden çıkıp hızına devam ediyordu. Sağdan sola, soldan sağa doğru uçarak kocaman yarım daireler çizip duruyor, bizlerse hop oturup hop kalkıyorduk.