sıkıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sıkıntı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17/06/2023

Sıkıntılı Bir Haftanın Ardından

Yaseminlerin ömrü çok uzun değil. O nedenle Halk Bahçesi'ne yakın bir konumdaysam mutlaka gidip o kapıdan geçerek mis kokuların içinde biraz vakit geçiriyorum. Bu bir tür terapi bence. Bu hafta öteki evle ilgili yorucu çalışmalar içindeydim. Fazlalıkları atmak ya da ihtiyaç sahiplerine vermek üzere eşya elemek, biraz tadilat yaptırmak gibi yorucu işlerdi. Daha kendime gelemedim. Bir de notere gidip vekaletname çıkartmam gerekiyordu. Şubat 2021' de çıkarttığım vekaletnameden bahsedip ''üç parça evrak için 500 TL'ye yakın para ödedim'' diye bloga not düşmüşüm. Aradan sadece iki yıl geçmiş, lakin aynı vekaletnamenin fiyatı 1500 TL'nin üzerindeydi bu kez. Her şeye iki üç misli zam gelmiş de ona gelmeyecek mi? 
Neyse efendim, notere girdiğimde işleme başlamak için kimlik belgemi istediler tabii. Ama ama? Kimliğim yok. Çantamın her tarafını elden geçiriyorum. Banka kartlarım market kartlarım hepsi cüzdanda, bir tek kimliğim yok! Vekaletnameyi de o gün kargoya verip yetiştirmem lazım. Kentsel dönüşüme giren evin yıkım kararı için mirasçılar içinde bir tek ben kalmışım!

15/06/2022

Günler Gelip Geçerken

Pandemiyle birlikte Göğe Bakalım serisi için Ay'ın fotoğraflarını çekerken o kadar çok zum yaptım ki sonunda fotoğraf makinemin zum ayarı eskisi gibi çalışmamaya başladı. Ya da ben ayar esnasında bir şeyleri karıştırdım ve eski ayara dönemiyorum.

Ayarları sıfırlasam bile durum değişmiyor. Keşke bir kursa falan gitmiş olsaydım. İki gündür boşluklarda makine hep elimde. Sorun nedir halen çözemedim. Fotoğraf eskitme vb. birkaç tercih için de aynı sonucu veriyor neyse ki. Yani tüm ayarları sıfırlasam dahi ekran eskitilmiş fotoğraf çekmeye devam ediyor. Kendi elinle bir önceki ayara getirdiğinde düzeliyor. Demek ki zum için de durum aynı. Kendi tercihimle değiştirip eskiye dönmeyi becerebilsem düzelecek. Zum yaparak gayet net video çekmeye devam edebiliyorum bir taraftan. Zaten görsel zumlayarak çektiğim Kanada eriği videosundan alıntı ekran resmi. Bir önceki yazıdaki Dolunay resmi de öyleydi. Sözün özü; video çekmeden zumlanmış yakın plan fotoğraf elde edemez oldum. Anlayan birini bulabilirsem düzeleceğini umuyorum.

Aşağıdaki dergiyi şurada anlatıp öğrenciliğimden beri bir kez bile sekteye uğramadan adresime gönderildiğini, her seferinde ilk kez geliyormuş etkisi yaratan bir sevinç ve mutluluk vesilesi olduğunu yazmıştım. Onca yıldır ismi ve gönderilme periyodu birkaç kez değişime uğrasa da bu dergi benim için öyle kıymetli ki. En başında iki ayda bir basılıyordu. Dijital dünyayla birlikte yılda 1 keze indi. İnteraktif linkten tüm sayfalarını tek tek açıp okuyabilsem de postacının getirdiği zarflı gönderinin, anıların yerini tutabilir mi hiç?

09/05/2020

Karantina Günlerinde Bahar 2

Haftalar sonra pazartesi günü, resmi bir iş için zorunlu olarak dışarı çıkmış, iki saat sonra eve dönmüştüm. Sonra düşündüm de, madem devlet haftada üç maske hakkı tanıyor, ben de iki tanesini kullanır, diğerini de her ihtimale karşı bir tarafta bekletirim. Sağlığım için haftada en az iki gün yürümem gerektiğine inandım çünkü. Bunu da alışverişe giderek gerçeğe dökeceğim.

Dünkü çıkışım eczaneye bu hafta için gelen maskelerimi de alma amaçlıydı. Ancak olumsuz yanıt aldım. ''Araya cumartesi pazar girdiği için tam hafta dolmuş olmuyor. Bugün veremiyoruz, pazartesi gelin,'' dediler. Tam olarak nasıl olmuş da alamıyormuşum anlamadım. Madem önceden söyleyin de ''Maskemizi vaktiyle alalım. Kimseyi mağdur etmeyelim'' diye sorumluluk hissedip karşınıza dikilmeyelim. 50 kere mi geleceğiz?

Hayır, parayla da alman yasak. Ne maskeymiş ama! Milyon kere değişti mübarek. Şimdi de tanesini en fazla 1 TL verip alabiliyormuşuz. Şunu en başta yapsanız olmaz mıydı? Biliyor musunuz, virüsün en başında her ihtimale karşı diye pastil ve maske almak üzere dışarı çıkmıştım hani. Maskelerin tanesini 5 TL'den almıştım. Karaborsa fiyatmış oysa. Ederi 50 kuruşmuş. 10 misli kazık atmışlar bize. Ne fırsatçılar varmış be. Gözünüzü toprak doyursun! Beşer şaşar diye bir söz var. Hep mi şaşar yahu? Daha işin en başında menfaat!

Zaten bugün haberlerde duyduğum şeye çok canım sıkıldı. Virüsün buzdolabı soğukluğu olan +4°C’ye dayanıklı olduğunu, oradaki ısı -20°C’ye düştüğünde bile (şayet besinlerin üstündeyse) bir aydan fazla canlı kalabildiğini en başından beri biliyorduk. O yüzden de pişen gıdalardan zerre şüphelenmiyor, hatta dışarıdan ekmek almışsak fırında yüksek ısıda bekleterek çözüm sağladığımıza inanıp içimizi rahat tutuyorduk hani. İşte konu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Acil Durumlar Programı Direktörü Mike Ryan, bugün çok soğuk ve sıcağın koronavirüs üzerinde hiçbir etkisi olmadığını açıkladı!!??

Ne yapacağız biz şimdi? Nasıl bir virüs bu? Bir de millet nasıl rahatmış İstanbul'da falan. Anlatılanlara inanmayanlar arabalarına atlayıp Ortaköy-Bebek Boğaz hattından geçmiş, gözlerine inanamamışlar. Gece yarısına 1 saat kala bankların hepsi dolu, kalabalık gruplar halinde gezen tozan, wafflecılar önünde kuyruk oluşturanlar gırlaymış! Ne oluyor yahu?

29/06/2018

Gerginlik...

Kaplumbağalar yavru iken çok sevimlidir, bilir misiniz?

Çocukken ailecek pikniğe gittiğimizde her seferinde kaplumbağa görürdüm. İnsan gördüklerinde kıpırdamazlardı. Minicik bir kaplumbağaya ise ilk kez Lise 1 öğrencisiyken, eve dönüş yolundaki ağaçlık bir alanda rastlamıştım.
Etrafta ne anne kaplumbağa vardı ne de kardeşleri. Ceviz büyüklüğünde, minicik bir şeydi. Ve çok çaresiz görünüyordu.

''Ölecek'' diye korkup eve götürmeye, evde beslemeye karar vermiştim o an. Evde, içini otla doldurduğum bir sandık ayarladım önce. Bir kenarına da küçük bir kap su...
Ne yer, ne içer hiç bilmiyorum ama. Belki su bile içmiyordu, halen bilmiyorum. Deneme yanılma yoluyla yiyecek veriyor, küçük küçük doğranmış sebze ya da meyveler koyuyordum önüne. En çok ot yemeyi seviyordu, bir de marul yaprağı, o aklımda. Hatırladığım en bariz özelliği ise; çok ama çok korkak ve ürkek olduğu, evcilleşmek istememesiydi. Birilerinin varlığını hissettiğinde ölü taklidi yaptığı. Sözün kısası, ne özene bezene hazırladığım yeni yuvasına alışmaya niyeti vardı ne de bana. 1 hafta kadar böyle devam etti. Bu süre içinde ara sıra başını ve ayaklarını çıkarmaya niyetlense de olmuyordu, olmayacaktı. Ürkmek ve saklanmaktı onun işi. Daha da önemlisi mutsuz ve huzursuzdu, üzülüyordum.

En kısa zamanda götürüp doğada, uygun bir ortama bırakmaktan başka çare kalmamıştı. Öyle de yapmıştım.
O minicik, şirin şeyden geriye kalansa yaşayarak öğrendiğim şaşılası özellikleriyle zihnimde yer alan resmiydi.
İster küçük ister büyük olsun kaplumbağaların hepsi türünün bu özelliklerini sergiliyorlardı.

12/03/2011

Can Sıkıntısı

Canım sıkkınken ayaklarım beni götüreceği adresi bilir.
Doğru mutfağa tabii ki...
Mümkün olduğunca oyalayan bir şeyler yapmaya çalışırım ki vakit geçsin, kafam dağılsın. Sonra da ''Ne kadar sinirlerin bozuk, o kadar zor yemek yap!'' gibi bir komut gelir yerleşir, nereden geldiği belli olmayan. ''Gaipten'' diyelim ona biz...

Daha küçücük bir kızken pek keyif alırdım yemek pişirmekten. Annem evde yokken yapardım denemelerimi ki, gönlümce çalışabileyim...
Sanırım ilk kez on bir yaşında falanken biber kızartmıştım. Baktım biberler kısa bir sürede pek güzel kızardılar, yetmedi bu bana. İçine soğan ve domates doğrayıp tekrar pişirmeye kalktım. Biberleri kızartabildim diye öyle sevinmiştim ki, ''Bu şekilde yemek haline dönüşür, onu da beceririm,'' diye düşündüm, iyi hatırlıyorum. Hemen aynı gün usta bir ahçı oluverdim sandım demek ki :)

Hiç yumuşamamıştı o soğanlar. Olsun, mühim miydi? Ben yine de oturup hepsini keyifle yemiştim kimseler yokken. Pişirdiğim ilk yemekti, hünkarbeğendi halt etsindi :)
Öyle böyle derken, yemek pişirmek en sevdiğim hobiler arasında yer alıverdi.


Blogger yasağı halen devam ediyor. Canım çok sıkkın.
En az sizinki kadar, bilirsiniz işte...
Dolayısıyla akşamüstü gaipten gelen o komut yine geldi ve mutfak istikametine koşup börek açtım. Pek ince yufka açamasam da yağlanıp katlanarak merdaneyle inceltildiği için çok güzel bir tarif efendim bu. Kat kat oluyor böreğimiz...
E, o kadar uğraştım elimin hamuruyla. Bloga koymasa mıydım yani?
Zaten canım sıkkın :(

19/11/2010

Döküntüler

* Rutine bağlanmış bir yaşam. Bayramıyla seyranıyla bile aynı çoğu zaman. Sıkıcı...
Yaşanmış bir günün diğerinden ne farkı var kayda değer?

* Bir şeyler eklemeli ya da eksiltmeli mi zaman zaman? Mutsuzluktan başka bir şey getirmeyen, mızmız veya karamsar, bencil ya da diktatör ruhlu, çekilmez insanlara dayanmalı mı örneğin?
Ya nerede, nasıl davranacağını bilmeyen, ciddiyetsiz ve şımarıklara?
Var mı böyle bir zorunluluk, hepsine şut çekip ''Ohh!'' demek ve ferahlamak varken?

* Yorgunluk ve yoğunluktan ölmek üzereyken, kapınıza bayramlaşmaya gelmiş ve daha önce hiç görmediğiniz üç küçük çocuğun masum gözlerinden mutluluk içtiniz mi hiç? Tüm yorgunluğunuz geçti mi?

* Show TV'nin ünlü Rus yazar Dostoyevski'nin ''Karamazov Kardeşler''inden uyarlanmış yeni dizisi ''Karadağlar''ı izlediniz mi peki? Ne kadar başarılı bir dizi olduğunu farkettiniz mi? Benim gibi Erdal Özyağcılar'ı daha önce pek sevmezken, oyunculuğun doruklarında nasıl gezdiğini ve sanatını nasıl konuşturduğunu görüp şapka çıkardınız mı?

* Berat'ın kaybolması/bulunması hikayesi bayram boyunca bu kadar uzun süre yer almalı mıydı haber bültenlerinde? Altında başka amaçlar aradınız mı?

* ''Blogumun başına geçip de biraz stres atsam,'' dediniz mi benim şu an yaptığım gibi? Aklınıza o an ne geldiyse parmaklarınızdan klavyeye aktı mı?
Ve de son dönem birçok psikologun önerdiği ''blog yazma'' olayının bu kadarıyla bile rahatlama getirdiğini fark ettiniz mi?

* * * * * *

Mutlu ve huzurlu bir hafta sonu sizden yana olsun...
Kalın sevgiyle ve sağlıcakla...


Görsel: Deviantart (by ikoe)